5 Mayıs 2010 Çarşamba

Yeniden Birgün Yazacağım


Ne zamandır yoktum belki bi o kadar zaman daha olmıyacağım aslında herşey yolunda minik Tarkan Koca bir oğlan olma yolunda büyümeye devam ediyor evde herşey iyi ama annenin biraz mesaileri yoğun belki birkaç zaman içinde çok güzel yeni bir başlangıç yapma fırsatını kovalıyor iş hayatında ama tabiki süreç alıyor bunlar. Belki kısa belki biraz daha uzun bir sürede bişeylerin sonuçlandığını yazma fırsatım olur inşallah gene de bişey belli değil. Şuan bütün enerjimi bu olaya harcıyorum olursa benim ve ailem için çok güzel olacak. Neyse bi görüneyim dedim yarınlarda güzel şeyler olması umuduyla...

2 Nisan 2010 Cuma

Eski....Yeni.....

Biraz uzunca ama kayınpederimin gözüyle son 50 Yılda değişen hayatlarımızı okurken benim kadar hüzünlenir misiniz bilmiyorum. Zaman ne hızla tüketiyor herşeyi bunu daha iyi anladım...


SON 50 YILDAN GÜNÜMÜZE NOSTALJİK GEZİNTİ


Çocukken duyardım Emekli şehri yaşanacak yer derlerdi Bursa için bu söylemin sebebi, nüfusun bugünkü
Kadar kalabalık olmaması, uzun süre birlikte yaşayan insanlar ilişkilerini akrabalık derecesinde tutmasaydı.
Kederde ve Tasada olduğu gibi Sevinçte ve Kıvançta da duygular paylaşılırdı.
Yaşadığımız şu günde insan ilişkilerinin yine eskisi gibi olduğu sizce de söylenebilir mi?

1960 lı yıllardaki Sanayileşmeyle başlayan Göç ve buna bağlı nüfus artışı, insanları giderek Apartman
Yaşamına teşvik etti. Geçmişten gelen mahalle adet ve gelenekleri biterek komşuluk ilişkileri zayıfladı.
Kültür değişimi geçiren toplum, yalnızlaşıp birbirinden uzaklaştı. Hayat pahalılığı, yaşam zorluğu derken
Televizyonlu günlerin başlaması, İnsan düşünce yapısı ve yaşam biçiminde önemli değişmelere yol açtı.

TRT ismi henüz doğmamıştı daha Anonslar Türkiye Radyoları diye yapılmıyor, burası Ankara, İstanbul,
İzmir, Çukurova, Erzurum, Türkiye nin Ortak sesi Radyoları deyip başlıyordu spikerler haberleri okumaya.

Buzdolabı lüks sayıldığından bizde ve yakın çevrede kimsede yoktu. O günün koşullarına göre önemli
İhtiyaçtan sayılmazdı. İş sahalarının azlığı, paranın kıt ve değerli oluşu, Elektrikli ev aletleri ile beyaz
Eşyanın yurt dışından İthal edilmesi nedeniyle bu gibi mallar, mali durumu iyi olanlara hitap edebilirdi.

Kahvaltılıklar Tel dolabında, Tabak, Çanak, Tencereler, Sergen Raflarda, Sular Testi ve Bakır kaplarda
Muhafaza edilir, Buzdolabı gibi Çamaşır makinesi de pahalı oluşuyla Çamaşırlar leğende elle yıkanırdı.
Radyo da reklam yapılan makine TOLON markaydı. Otomatik değil, İnsan eliyle çevrilerek çalışıyordu.
Evinde halısı, Misafiri için Koltuk, Kanepesi olanlar zengindi. Kalabalık insan oturacak yerler, Tel divan,
Sedir, seki, yahut peyke idi.

Babamın merakı nedeniyle aldığı her evde pek bulunmayan 52 Ekran büyüklüğündeki Lambalı Radyomuz
Kendine ait radyoluk rafında, Sarkaçlı çalar Saatle evin en kıymetli eşyası özelliğini taşıyordu.

Evlerin birçoğu Gece kondu, kaçaktı. Günün koşullarına göre öncelikli barınma amaçlı yapıldığından Banyo
Tuvalet gibi önemli ihtiyaç gereksinmeleri, basit ve ucuz yöntemlerle, imkanlar nispetinde yapılabilmişti.
Çoğu ev 2 oda, önünde Sofa, birde Mutfaktan ibaretti.
.
Örneğin, birçok evin Banyosu yoktu. Odanın duvar kısmına koyulan kapaklı tahta Hamamlık görevi yapıyor
Ve yahut, Çamaşır leğeni içinde Banyo yapılıyordu.

Aynı örnek Tuvalet için de geçerliydi. Tuvaletsiz ev yoktu, onlar da evden uzak bahçenin her hangi bir kenarındaydı.

Bursanın kenar mahallelerinde oturanların büyük çoğunluğunun evinde içme suyu da yoktu. İnsanlar ihtiyaç olan suyu
Belediyeye ait sokak çeşmelerinden taşıyarak sağlıyordu.

Elektrik de öyleydi. Çok aile yoksulluk nedeniyle evine elektrik bağlatamamış, Gaz yağı ile yanan İdare, Fener veya
Gece lambalarıyla aydınlanıyordu.

En büyük Kağıt para 500 Lira ydı. Onu da Bankada bozdurmam için gönderdiklerinde görmüştüm. Gittiğim 2 Banka
Düşürürüm diye elde fazla sıkıp buruşturduğum için bozmamış, Vakıflar bankasında Müdüre anlatınca bozmuşlardı.

En küçük Demir para, Delikli Sarı 1 Kuruş tu, sonradan deliksiz bakır renklileri de çıkmıştı, yaygın kullanılmamasına
Rağmen Okula giderken bakkaldan delikli 1 kuruş ve Delikli 2,5 kuruşlarla 15 kuruş verip Lokumla bisküvi almıştım.

Çocukların ailelerine yapabildikleri en büyük fedakarlık, okul tatillerinde gezmek yerine bir yerde çalışmak ve yahut
Bir şey satıp aile bütçelerine katkıda bulunmaktı. Tahanlı Simit, Kader kısmet, Su, Ceviz, Dondurma, türü kendine
Satış yapanlar çok para kazanırdı, bazı aileler de çocuklarını meslek öğrensin diye Eti senin, Kemiği benim deyip
Esnafa verirdi. Bunlar içinde geçerli meslekler Berberlik, Terzilik, Tamircilik, Oto Boyacılığı, kaportacılık sayılırdı.

Atatürk Caddesine bağlı büyük caddeler Asfalt, diğer semt caddeleri Paket Taş, sokaklar da Arnavut kaldırımıydı.

Toplu taşıma aracı o zamanda Belediye arabalarıydı fakat her semte çalışmıyordu. Teleferiğin yapılması ile önce
Karıncalı dereye, ardından Askeri liseye, sonradan PİREMİR ve nihayet Teleferiğe kademeli olarak çıkmıştı.

Mahallede okul olmadığı için semt çocukları Şehir merkezindeki okullara gidiyor Babam Ablamı Namazgaha, beni
Namık Kemal ilk Okuluna yazdırmıştı. Sınıf arkadaşlarım genelde Kariyerli ve Zengin Aile çocukları, benim gibi
Kenar mahallelerden gelenler azınlıktaydı. Uyum sağlamak için epey çaba sarf etmiştik.

Market adını ilk kez, okulumuzun hemen altındaki Yeşil Caddesinde, bizim semtlerde görmeye alışık olmadığımız
Çeşitteki Zengin Bakkal Görünümüyle ’’EDİL MARKET ismiyle ’’ 50 yıl önce okumuştum.

Almanya keşfedilmiş ikinci vatanımız olarak henüz ilan edilmemişti, yeni başlamıştı bizimkiler Yurt dışına gitmeye
Türkiye de var olmasına rağmen yaygın değildi elektronik eşyalar. Avrupa dan gelenlerin getirmesiyle yaygınlaştı
Girdi hayatımıza Seyyar Radyo, Teyp, Fotoğraf makinesi, Kol saati gibi daha niceleri.

Fötr şapkalı, Çanta Radyolu, omzunda Fotoğraf Makinesi görüp de tanımamak olur muydu o zamanlar Almancıyı.
Çalıştıkları onca ağır işe, Hor görülüp itilmeye karşın, İzine Lüks arabayla gelip ihtişamlı görülmek onların en doğal
Hakkıydı. Gurbette bastırılmış ve gem vurulu duyguların Açığa çıkmasıydı, davranış biçimleri de birbirine yakındı.
Memleketlerine getirdikleri Döviz bile takdir görmeleri için yeterli sebepken, yurt dışında çok para kazanıyorlar diye
Toplum tarafından Kazıklanacak adam, Hacıağa gözü ile görülmeleri onlar için ağır yaraydı.

Televizyonun henüz tanınmaması nedeniyle toplumun haber kaynağı ve tek eğlence aracı Radyo ydu. Kısa dalga
Polis, İstanbul, Ankara ve İzmir, Çukurova Radyoları toplumun her kesimince dinleniyordu.

Akşam Haber kuşağı sonrası Doğrumu yanlış mı bilgi yarışması, Orhan Boranlı YUKİ prim time yapan Programlardı
19 ana haber öncesi Yıldız KENTER, Müşfik KENTER, Tevfik GELENBE ve Çolpan İLHAN ın rol aldığı bizim aile
Evlerimize her gün konuktu ‘‘her genç kızın rüyası ZETİNA Dikiş makinesi Damat Beyin Arzusu ZETİNA Radyosu’’
Popüler Reklamdı.

DÜRNEV ve PERTEV Tuna Seli adlı Karı Kocanın eşsiz Türkçe sunumuyla maceralar geçidi Programı Cumartesi
Gündüz kuşağının en sevilen, adından da anlaşılacağı gibi heyecan veren programıydı. Cuma gecesi genelde 23 de
Başlayan Caz, Çigan, Klasik, Hafif batı, Şarkı, Türkü, Radyo Tiyatrosu gibi Programlar kendi dinleyicisini yaratmıştı.

Ben ve Ablam akşam eve geldiğinde kumandası Babamda olan Radyonun 19. ajansını hiç sevmezdik. Konuşmamıza
Gürültü yapmamıza izin verilmezdi. Yassı ada saati denen, Akşam haber kuşağı sonrası yayınlanan 1960 - 27 Mayıs
Tutuklularının Mahkeme edildiği program, kendine has sinyal Müziği, Baş Yargıç Salim BAŞOLUN un Bas-Bariton
Davudi sesiyle, Sanıklar getirildiler, Bağlı olmadan Yerlerine alındılar Müdafiler hazır, açık olarak ‘‘Kelepçesiz anlamı’’
Duruşmaya devam edildi Sözü, yıllarca hafızalardan silinmedi.

Likit gazlı Tüplü ocaklar çıkmamıştı, Yemekler mevsimine göre Soba üzerlerinde, Mutfaktaki ocaklıkta, Mangal kömürü
Veya İspirto ocağında yapılırdı. Pompalı Gaz ocağı yeni çıkmış, Hürriyet gazetesinde reklamını gören Babam bir akşam
Alıp ocağı eve getirmişti.

Popüler kültürün vazgeçilmez eğlencesi Sinemaya gitmek, yeni çevrilen filmleri seyretmekti. Bursa da iyi denecek türden
Birkaç sinema sayılabilirdi. Tayyare, Saray, Marmara, bunlara örnekti. Kısmet ve Yeni sinemalar gençlerin ve Romanların
Gittiği erotik ve avantür Filmler oynatan ailelerin pek itibar etmediği yerlerdi.

Mevsim yaz ise ailelerin daha çok tercih ettiği, yazlık sinemalara özellikle Cumartesi hafta sonları gitmekti. Sinema çıkışında
Tatlıcı İsmail e girilir, karnınız açsa sahanda sucuklu yumurta, değilse dondurma yenirdi. Yazlıklardan SETBAŞI Sineması
Mahfelin arkasında, Yolgeçen Meydancıkta, RÜYA Irgandı Köprüsünün altındaydı. Rağbet gören bu sinemalar artık yoklar.

Dilek adında Modern bir sinema açılmış, konforu dillerde geziyordu Sabah 09 da matinesiyle kalkan Perde, Akşam Suare
Sonrası otomatik olarak iniyordu. Perdenin açılma veya kapanmasını görmek için Gidenler olduğu söylenirdi. Sonradan
Yazıcı oğlu, Kısmet, Burç açılsa da hiç biri Dilek Sineması lezzetinde olmadı.

Saray ve Tayyare sinemaları yerli, Dilek sineması Yerli ve Yabancı ilk çıkan filmleri getirmekte mahirdi. Bilet kesen kızın
Naciye, yer gösteren kızın adı Muzafferdi. Dilek sinemasında hafta içi 21. den, Hafta sonları 18. den sonra Bilet bulunmaz
Kara Borsadan temin edilirdi.

Anarşinin Artması tv. Yayınlarının başlaması, kanalların çoğalmasıyla sinemalar müşteri kaybederek sırayla kapandılar
Dilek sinemasını Yapı kredi alıp banka yaptı. Yeni sinema, SÖNMEZ İş merkezi oldu Marmara, Eğitim Araçları yapıldı
Tayyare, Kültür merkezine dönüştürülerek koruma altına alındı. Kısmet Sineması da açık film oynattığı için yandı dendi.
Saray sineması uzun yıllar boş kaldıktan sonra Prestij adı Altında çok salonlu olarak tekrar hizmete açıldı.

Sinema dışında Heykelde Belediye binasına bitişik Romans Çay bahçesi ile Yeşil Çay bahçeleri, gidilecek Nezih yerlerdi
Çay yudumlanırken Nargile Fokurdatılırdı. Önemli eğlence Mekanlarından biri Bursalılar için özel yeri olan Kültür parktı.

Romans ve Fuar aile Gazinoları Türkiye nin Popüler ses ve Sinema sanatçılarını yazın program yaparak getiren gazinolardı.
Kültür Parkta eğlenmek ayrı keyifti, isteyen Gölde Sandalla gezinir Mehtabı Uyandırır, lokmacıdan lokmasını yer, İsteyen Lunaparkta Dönme Dolapla döner, Çarpışan arabalara binerdi.

Parkın Yağcılar giriş kapısında Arap ali, Uçan Balon satardı, Balonu kaçıran çocuğun ağlamasına dayanamayan Anne, Babası
Çocuğuna tekrar balon alır, uçmasın diye de koluna bağlardı.

Göl birahanelerinde Orhan GENCEBAY ın batsın bu Dünya, bir Teselli ver, Mine Koşanın Yağmurun sesine bak, Şükran Ay ın
Sevemedim Kara gözlüm seni doyunca sı sıkça çalardı. Park dönüşü Faytonla Heykele gelip Yeşil turu atmak doyumsuz keyifti.

Pahalı oyuncakları olan Lüks Motosikletlilerin Avcı Palavrası kıvamında, Pehlivan Tefrikası benzeri Hikayeleri Anlatmak üzere
Toplandıkları Seyirlik Yeri, Yeşil Camiinin önü Musalla taşının yanındaki oturmalık set Duvardı.

Gençler arasında yaygın giyim tarzı, ‘İspanyol’ geniş paça pantolon, dar kısa kollu gömlek ve saç uzatmak Erkeklerde Moda,
Mini etek, Maksi etek, Mini şort giymek bayanlarda Modaydı.

Gençler arasında MAHFEL önünden başlayan Heykel turuna, Postane önünden geriye dönülerek devam edilirdi. Bursalı olup da
SETBAŞI, Postane arası Tur atmayan yaşıtımız var mı? acaba, birçoğumuz tanıdıklarla burada karşılaşıp konuşurduk.

Ulu camii karşısında, İş bankası bitişiğinde Lokantacı ADEM in acı Yeşil boyalı salaş dükkanı, Kuru Fasulye Turşuyla talebe ve
Gençlerin karın doyurduğu favori mekandı.

23 Nisan, 30 Ağustos, 11 Eylül, 29 Ekim, Bursa Festivali, geçit törenlerin yapıldığı yer Heykel önüydü. 10 Kasımda ATANIN
Heykeline okulla gidilir, Kasım patı bırakılırdı. Atatürk ün Heykeli önünde Resim çektirmeyen BURSALI da yoktur herhalde.

Dini ve resmi bayramlarda Postane önünde satılan Tebrik kartları, Gurbetteki yakınlarımıza, Vatani görevini yapan Askerlere,
Özlem duyulan sevdiklere hep buradan alınarak atılırdı.

Pınar başındaki İlk Öğretim okulunun bugün bulunduğu yerde Motosiklet, Bisiklet kiraya verilirdi. Zenginlerin alabildiği bizim de
Vitrinde görerek seyir ettiğimiz pahalı oyuncaklara harçlıklar Biriktirilerek binilirdi.

Aynı yerde Dini Bayramlarda kurulan Panayırlarda BAYRAM şenlikler düzenlenirdi. Bursa ve civarından gelen insanlar bayramda
Topladıkları paraları çadırlardaki Oyuncaklara, Turşu suyu gibi yiyeceklere verip Alçıdan Güvercin Kumbara alıp evine dönerdi.

Sabit Telefonlar şimdiki gibi her evde yoktu. Telefonu Olanlar Doktor, Hakim, Savcı, Muhtar gibi Özel, Tüzel kişilere tahsisliydi.
Şehir dışından birisi ile mi görüşülecek Postaneden sıra yazdırılıp davet çıkarılır kişinin Postaneye gelmesiyle görüşme yapılırdı.

Şükran ablaya ait olan 5593 nolu telefon mahallelinin gurbetteki yakınlarına kendi telefonuymuş gibi verdiği tek numaraydı.
Telefonla Görüşme yapılacak adres, Postanenin şehir merkezinden ulaşım nedeniyle uzak olmasından Şükran ablanın evi idi.
1978 de yazıldığım Telefon, 1987 de bağlanmış, bende 28 Daireli apartmanda telefonu olan 3. kişi olma şerefine erişmiştim.

Polis acilin Telefon Numarası 1313 dü. Zamanın meşhur karakollarından biri Çınarın Yanında İhsan Dikmen Apartmanın olduğu
Yerde bulunan SETBAŞI KARAKAL uydu. Önünde de Atatürk ün makam arabası olduğu söylenen çok eski model Lastik tekerleri
Bisiklet Cantına benzeyen tel tekerlekli Yeşil renk Mercedes duruyordu.

SETBAŞI Karakoluna düşüp dayak yemeden çıkan olmazmış denirdi. Polislerin giydiği elbise rengi Koyu Griydi, sonra ormancı Yeşili, en sonra da Lacivert oldu. Şimdiki Çevik kuvvetin benzeri görev yapanlara Toplum Polisi (Lakap Olarak FRUKO) denirdi.

Bursa spor kurulmuş baraj maçlarına kalınmıştı. Yıl 1966 maç Bursa da Eskişehir sporlaydı Maraton tribünün eski adı açık 5000
Taraftarla Eskişehir spora verilmişti. Alt kale arkasında tribün yok taraftarın çok olması nedeniyle oraya da seyirci alınmıştı. Maç Başlamadan Rakip takım taraftarı elinde iki tarafı delik yeşil kova dolaştırmış bu hareket, seyircinin sonradan çıkaracağı olayların Önceden sinyalini vermişti. Arka arkaya yenilen Goller sonunda Bursa spor dağılmış toparlanamadığı maçı 3-1 kaybetmişti. Maç Sonunda çıkan olaylarda insanlar yaralanmış, iki şehrin Yıllarca husumetli kalmasının sebebi olmuştu.

1970 ve 80 li yıllardaki değişim zorlu ve de acı oldu. Kıtlık ve Karne dönemi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin 1974 Yılında yaptığı
Kıbrıs Barış harekatı sonrası Amerikanın bize uyguladığı Ambargonun diyetiydi yaşam için lazım olan Temel gıda ve ihtiyaç
Maddeleri ortadan kaybolmuş, kaldırılmış veya saklanmıştı insanlar çaresiz kalıp Rüşvet vermeye zorlanıyordu. Aranan hiç bir
Mal bulunmaz veya fahiş fiyat ödenip alınırdı. Zamanın büyük bölümü Kuyruklarda geçerdi Rahmetli Kemal Sunalın o dönemi
Anlatan Filmleri gerçeği aynen yansıtıyordu.

Sonradan adına Serbest Ekonomi denen Soygun, Vurgun Talan dönemi başlamış, kimin Neyin kaça alıp sattığına bakmaksızın
Para kazanmanın her şeyden, hatta Kutsal değerlerlerden bile daha önemli olduğu insanların içine işledi. Kısa yoldan köşe dönme
Zengin olmak hayali hayatımıza girdi. Büyük Küçüğü sevmez, Küçük Büyüğü tanımaz oldu.

Oynarken kolunu Bacağını kırmasından korkan anne ve Babalar, Paranın onda olduğunu fark ettikten sonra topçu olmaları çok
Para kazanmalarını hayal ettikleri çocuklarını futbol okullarına kendi elleriyle götürüp teslim etmeye başladı.

İlim, irfan Yuvası Okullar, talebelere çete yuvası oldu. Uyuşturucunun ilk Öğretime kadar girdiği maalesef yetkililerce söylenmekte.

Yediğimiz gıdalara hile katarak insan sağlığına zarar vermenin yasalarca suç, Dinen Günah olduğu bilinmesine rağmen para kazanma
Uğruna AT, EŞEK eti derken son olarak da DOMUZ etini yedirmek utanmaz, arsızlar için normal oldu.

Ata Sözümüze göre Eskiye rağbet olsa Bit Pazarına Nur Yağar lafı doğruysa bugün içinde bulunduğumuz ortamı görüp Özlediğimiz
Eski ortama nur yağacaksa ben o zamanki ortamdan yanayım.

Bir dönem atılmış Tohumlar bugün Meyvelerini veriyor Gelecek günlerin Ülkemiz ve insanlığımız için hayırlı olması temennisiyle.

1 Nisan 2010 Perşembe

Gene Keklendim ama İnsanın Doğum Gününde Buda Yapılmaz ki

Bugün benim doğum günüm. Evet evet her sene aynı şey oluyor ben biraz insanların dediklerine çabuk mu kanıyorum ne. Sabahın bu saati itibariyle 2 şakaya inandım hemde ne inanma. Biliyorumda bugun 1 nisan. eee niye inanıyorum milletin dediklerine. Ama öyle gerçekciki ikisi de.

İlk şaka biraz acımasız. Büroda yılan gördük denince naparsınız. Sizi bilmiyorumda ben baya baya inandım. Hemde öyle güzel oynadılar ki.
İkinci şakam daha acımasız sevgili eşimden yaptırtıldı. Evet başkasına yaptırtıyor. Telefonu açıp çok ciddi ve tok bir ses Finansbank'tan arıyoruz bir kredi ödemesiyle ilgili derse naparsanız. Başta ben gibi ciideye almazsınız herhalde ama adam yaklaşık 3 dk eşiniz şu şu tarihte kredi çekmiş geriye ödemesi varken yapılmamış ve üstelik sizi kefil yazmış derse naparsınız bilmem ama ben hafif ciddiye aldım. Ama konuşma ilerledikçe ve ses daha da toklaşınca naparsınız peki. Ben artık yavaş yavaş benden habersiz kredimi çekti diye düşünmeye başlamıştım ki endişelenmeyin bu bir Nisan 1 şakasıdır dendi. Zınk zınk zınk.
Evet evet evet her sene başıma gelen gene oldu çok saf da değilimdir ama napayım inanıyorum insanlara.
Neyse iyiki doğmuşum dimi Yaş 31 oldu inanamıyorum.
Oğluşum seni çoook seviyorum ve canım aşkım senide çok seviyorum her ne kadar beni keklesende...

30 Mart 2010 Salı

Yağmurlu Bir Gündü Tıpkı Geçen Yıl Gibi

Dedi annem kapıdan çıkarken. Off diyesim vardı off ne güzel evde oturacaktık bugün. Bütün çekmeceleri açıp kapayacak mutfaktaki bütün takım taklavatı odanın ortasına yığacak tangıdı tungutu şangıdı şungudu ilk müzik denemelerime devam edecektim. Yetmedi bütün oyuncaklarımla da 5 dk arayla oynayacak sonra hepsinden sıkılıp anneme yanaşacak ve şöyle diyecektim:
Anne meeeemeee
Anne memeeeeee
Oysaki takriben dışarı çıkmadan 1 saat öncesinde başlayan şu giyinme eziyetine katlanmak zorunda kaldım. Oysa ne güzel dimi şöyle çıbıl çıbıl ben kaçayım annem peşimden koştursun. Zor bela oyunlarla üzerimi giydim neyseki. Annemde pek bi süsülüydü sürekli bana oğlum bak doğum gününe gideceğiz orda balonlar var pastalar var varda var diyordu.

He heee zil çaldı ve babam geldi aldı kucağına beni annem topuklu ayakkabılarıyla tıkıdı tıkıdı artımızdan indi elinde kocaman bir hediye paketiyle.

Kapıdan çıkınca ne yağmur yağıyor dimi tıpkı geçen yıl olduğu gibi dedi annem babama. Babamda başını salladı evet der gibi. Geçen yılda Egemenin doğum gününe giderken yağmurlu soğuk bir hava varmış diye konuştular ben bilmiyorum çünkü ben çok küçükmüşüm korkmuşlar götürememişler. Aramızda kalsın Annem o aralar sinek kanadındaki yelden korkuyormuş da hasta olurum diye.

Haa Egemen abi Kimmi??? Babamın kankasının oğluymuş. Muş diyorum çünkü hayatımda bir kere gördüm kendisini oda burda pek sık görüşemiyoruz galiba eee evlerimiz uzakmış bi de annelerimiz çalışınca şimdi hak vermek gerek yani dimi.. (Azıcık kendimi de kayırayımda yaa neden özel günler haricinde görüşemiyorsunuz denmesin.

Yav ben bu arabayı çok seviyorum. Bissürü lamba düğme var. Her düğmesine basayım bi dur. Yav harika bi ayağada kalkayım şöyle camdan dışarı bakmaya yaaa anne yaaa bırak ben kocaman adam oldum. Vıyaaaaak Vıyaaaaak vıyaaaakkkk.

Aaa durduk geldik mi ne çabuk daha şoför koltuğuna sarkacaktım yaaa hatta direksiyona geçmeye çabalayacaktım. Neyse dönüşte yaparım artık.

Babamın kucağındayım oooh ne güzel şu baba kucağında etrafa gülümsemek. Bir yere girdik neresi acaba merdivenlerden çıkıyoruz.

Ollleeeey ne güzel bi yer her yerde balonlar var süsler var. Yaşasın yaşasın iyiki evde oturmamışım sıkılmıştım zaten tencerelerden.




Egemen abi gerçekten benden iyi olmasın baya şıktı. 2 yaşına girmiş nerdenmi anladım yaşının yazılı olduğu köpüğü kaşla göz arası ısırırken annemin elimden almasıyla söylenerek yapma o yenmez annecim demesiyle. Meğer ben pasta diye Egemen abinin yaşını yiyormuşum ilahi ben. hııı hIII hIII..

Pastalar börekler gelsin çaylar gazozlar. Tabi ben evde sıkılmış portakal suyuyla kutladım hemde hepsini içerek.Bir köfte 3 dilim patates birkaç çatal pasta ve portakal suyu oooh be azmaya devam.








Ne güzel yaa. Hayatımda hiç böyle eğlenmemiştim. Balonlar harika. Rengarenk.


Bu merdivenlerde çok güzel annem arkamdan dört dönüyor bugün. O indiriyor ben çıkıyorum o indiriyor ben çıkıyor. Annemi de babamıda çok yordum bugün ama çok eğleniyorum .


Artık çok yoruldum oturma vakti geldi esnemeyede başladımmm AAAA HAAA
Anne ne zaman gideceğiz anneeeee anneeee.
Anne baba yaklaşık 2 saat hem yorgun ama hemde oğullarının neşesiyle neşelenen onun ne kadar mutlu olduğunu görerek müthiş gülen bir yüzle artık biz müsaade istesek diye kalkarlar.
Çok güzel bir pazardı. Çok güzel bir doğum günü oldu. İyiki doğmuşun Egemen...

25 Mart 2010 Perşembe

Takasım,Yapasım,Ölçesim, Biçesim Var Ama....



Bu aralar çok şeyler yapmak istiyorum. Örneğin çılgınlar gibi alışveriş yapasım var. Gideyim, gezeyim, onu deneyip bunu çıkartayım, çarşının altını üstüne getireyim, yorulmayayım zamanım olsun LÜTFEN BOLCA AMA.Hiç para düşünmeden yalnız.



Ayrıca bu ara çok güzel sofralar hazırlayayım istiyorum. Şöyle pırıltılı taşlı sofralar. Yemekler alakart olsun uğraştırmalı enginar yatağında somon fümeyada çiğ portakallı damla sakızlı ördek, hindi yahnisi, fransız usulü sebze çorbası vs. vs vs gider bunlar böyle. (hepsi uydurmasyon özentilerim ha hayt).Oturup asimetrik bir şekilde oluşturduğun ördek veya yelpaze gibi binumumun şekilli peçeteler ve evde olan hani onca paralar verilerek alınan misafirden misafire kullanılan çatal kaşık bardak ve çanaklar eşliğinde sofralar kurmak. Herkesin ağzını bir karış açıkta bırakmak.

Aynı zamanda şöyle envayi türlü pastalar börekler çörekler yapmak istiyorum. Şeker hamurlarıyla çiçekli böcekli bir pasta mesela beyaz gülleri olsun üzerinde yada kırmızı gülleri. Kurabiyeler yapayım istiyorum benim kocişin tarkanın adları olsun üzerlerinde.

Bi o kadar çok istiyorum kumaşlar alıp elbiseler etekler gömlekler dikeyim kendime. Model model rengarenk. Hiç beğenipte bedeni kalmadı rengi kalmadı laflarını duymadan istediğim tarzda. Hani uzunundan kısasına fırfırlısından düzüne bir sürü etek elbise ne hoş ya Rabbim.

Bide şöyle dekorasyona el atayım diyorum. Evi baştan aşağı beyaz krem ve kırmızı ve lila renkle donatmak. Duvarlar bembeyaz bir oda kırmızı bir oda lila bir oda turkuaz. evin her yerini ciflemek cilamak bal dök yala kıvamına getirmek. Kendi ellerimle perdeler dikmek yastıklar dikmek felan filan..

Şeyde istiyorum bu arada bir sürü ıncık cıncıkla süsler kelebekler uçuşan şeyler yapmak. Bütün artıklarımdan patchwork örtüler aksesuarlar, yada hayatlar yapmak, ahşap tepsiler, eski dolaplardan sandalyelerden masalardan abajurlardan devasa güzellikte şeyler çıkarmak.

Küpeler bilezikler kolyeler.Boş görünümlü ceketlerime işlemeler , kazaklardan mini bluzlar, yeleklerden, bolerolar, pantolonlardan etekler eteklerden pantolonlar yapasımda var.

Ha aklıma gelmişken birkaç yıl önce düzenli yaptığım sonra biranda bıraktığım atlama zıplama aerobik mekik koşu tarzındaki sporlar herbirini de tekrar yapasım var. Biraz popomu eritesim biraz belimi inceltesim hatta birazda boyumu uzatasım var.

Bide roman yazasım var hayatım sevdiklerim yaşanmışlıklarım üstüne.

Şöyle en afillisinden gösterişli makyajlar yapasım 7 gün 24 saat biblo bebek gibi dolaşım var etrafta. Işıltılı farlar hafif doğal bir ruj rimel allık fondoten. Bi yaptığım makyaj elmacık kemiklerimi çıkarsın ortaya diğeri gözlerimin güzelliğini.

Yazasım, bakasım, okuyasım, sunasım,sevesim,kaçasım, koklayasım, bıkasım,tıkasım,kesesim,toplayasım,boyayasım,birleştiresim,kaçırsım,tırlatasım,tüm bu hayallerimi yapasım var. Hemde hemen hemde hepsini Koç burcuyum ya aceleci atak anında olsun isteyen.

Evet hepsini istemeye istiyorumda bunları yapacak o zaman ve o beceri nerdeee. İş yoğunluğundan eve erken gidebildiysem az zahmetli iki yemek yapabildiysem şükrediyorum. Hafta sonu Tarkan uyumuşsa vede işim yoksa oda 2 - 3 haftada anca, boş zamanım varsa en iyi ihtimalle tabi bunlar elime mikserimi yumurtamı unumu alıp bir pasta yapıyorken çok mu bu isteklerim. Yada aile efradında ablaları dikiş nakış öğretmenliği yapmış annesi teyzesi binumum kadınları dikiş bilirken benim gibi maharet yoksunu birinin hayal ettiği gözünün önünde uçuşan kıyafetlerin hepsini yapma hevesi çokmu.Bilemiyorumki.. O bloglarda gördüğüm düzenli dizayn edilmiş masalar yada incik boncuk süs eşyası yapma isteğim fazla mı. Aslında bilmiyorum kötümserde değilim bakarsanız neden olmasın. Belki Tarkan az daha büyürse bu saydıklarımın birkaçını yapmaya fırsat yaratabilirim kendime. Sonra mesela çalışma saatleri daha uygun bir iş ortamı bulursam yada işimi ona göre tekrar düzenlersem birkaçını daha yapma vakti yaratabilirim kendime. Bir on yıl sonra emekli olabilirsem prim günlerimi doldurup o zaman belki hepsine ayıracak vaktim zamanım yeteneğim olur kimbilir. Tabi bu arada yeni bir ufaklık katılmazsa aramıza şimdilik planlarımızın dışında ama hayat bu kimbilebilir ki...

Neyse gene de ümitvarım. Belki birgün diyerek şimdi ben hesaplarıma kitaplarıma, mutabakatlarıma, makbuzlarıma geri döneyim en iyisimi. Bide bloglara o iç çekerek imrenerek baktığım maharetli bloglara.Dimi.

24 Mart 2010 Çarşamba

Can ki Ne Can Bazen Koparcasına Acır Ya

Hayatın teee ortasında bazen yalnız bazen çok olduğumu düşünüyorum
Işıdığımda kaybolacakmışım sanıyorum karanlığım ondanmı??
Yok aslınbda işin aslı öyle değil galiba
İş ışıklarımı yakmayı unutmamda, bazen sıklıkla yapıyorum bunu
Hiç gittiğiniz yola baktınız mı diyorlar ya bazen
Gittiğim yolu zaten çoktan aştım diyorum kendime
Gideceğim yolu bilmiyorum asıl
Neyse bahar geldi yavaş yavaş
Cıvıldamak lazım
Cilalanıp allanıp pullanmak
Alnına eline koyup ohh çekme zamanı
Ohh ki ne oh
Bir kasvet anını daha atlattım
İyiyim,babamda iyi
Şimdi yeşillenme zamanı

18 Mart 2010 Perşembe

15 Aylık Serüven

Bugün oğlum tam 15 aylık.
Okadar şaşırıyorum ki şu su gibi akıp geçen zamana..
Ve ne ara 15 aylık oldun bilemiyorum..
Gerçi fazla söze de hacet yok aslında..
Tek söyleyeceğim:
Benim tatlı kuzucum SENİ ÇOOOOOOK SEVİYORUM yavrum benim.

12 Mart 2010 Cuma

Bir Tarkan, Bir Kitap, Bir Tarkan, Bir Kitap.......

Tarkan iyi, keyfi pek yerinde. Hafif bir burun akıntısı dışında bi sorunumuz yok şükür.

Bense dün aslında bloğa bişeyler yazayım okuduğum kitaptan bahsedeyim derken bugün bitirmiş olarak bişeyler bahsedeyim bari.

2 gün gibi kısa bir sürede bitirdim aslında.Sürükleyici ve akıcı. Eşim kitap fuarından almış ondan önce bana nasip oldu okuması.



Yazarın 12 eylül Askeri darbesinden sonra başlayan ve 28 Şubat YAŞ kararları neticesinde emekliliğine 5 ay kala ordudan ihracıyla sona eren Deniz Kuvvetleri'deki serüvenini anlatan belki bir iç dökmesi olarak nitelendirilebilecek bana göre bir dönem ve o dönemle ilgili yaşanılanlarla ilgili güzel akıcı bir roman.

Yazarı İskender Pala... Bir Edebiyaçı Prof Dr. Aslında romanla birlikte tanıdım yazarı ne yalan söyleyeyim. Ama Türk Edebiyatında önemli ödülleri ve eserleri olduğunu aslında ufku geniş oldukça da popüler biri olduğunu gördüm. Hatta bugün internette haberlere bakarken Habertürk'te bir ropartajının yayınlandığını gördüm kitabı hakkında görüşülüyordu.Yorumları okurken aslında biz kendi öz yetişmiş değerlerimizi bazen çok çabuk harcıyoruz diye de düşündüm. Genede ince uçlu meseleler bunlar. Tavsiye ederim...

8 Mart 2010 Pazartesi

Gene mi Bamyaaaa????

Dün itibariyle Tarkan'ın burun akma merasimi gene başladı. Ya anlamıyorum evin içinde nasıl olurda nerdeyse her ay bu çocuğun burnu akmaya başlar sıcacık evde bi de. Ama galiba bu sefer cumartesi günkü yaptığı banyo tetikledi olayı. İyi de gene bütün gün evin içinde ben akıl sır erdiremiyorum erdiren varsa da beri gelsin.

Cumartesi akşam birkaç kere hapşırınca acaba mı dedim??? Tabi pazar günü acabam geçeğe döndü gene başlıyoruz burun akıntılı hafif hırlamalı mızmız iştahsız melül bakışlı anneden ayrılmak istemeyen, her hapşırıp öksürdüğünde etlerimin nerdeyse liğme liğme koparıldığı öksürük şuruplu, her sabah borazan gibi bir sesle öksürürken canımın yandığı zorlu birkaç hafta. Tek tesellimse şimdilik ateşle ilgili bir sıkıntı yaşamıyor olmamız. Vallaha ateş olduğunda mahvoluyor çocuk nerdeyse eriyip bitiyor o yüzden Ya Rabbim diyorum en azından ateşi yok umarım da olmaz.

Aslında Tarkan'ın son zamanlarda yaptıklarından bahsedecektim. Ama hastalıkla başlamak zorunda kaldım. Gene birkaç yaptığı şeyi bahsetmeden geçemiyeceğim

Tarkan artık yürüme işini baya seri hale getirdi. Tabi gene arasıra denge problemi yaşamıyoruz dersem yalan olur. Nerde çekmece varsa hepsini bir güzel açıp içindekileri aşağıya indiriyor sonrada çekip gidiyor tabi olan bana oluyor evde hiç işi bitmeyen biri olarak onları tek tek yerlerine tekrar dizmek zorunda kalıyorum.

Artık istediği herhangi birşey varsa eliyle yada kafasıyla işaret ediyor. Bazen tabi karışık oluyor neyi istediğini anlayamıyorum ve nesneleri tek tek soruyorum:

'Annecim bunu mu istiyorsun?'

Eğer istemediği bişeyse kafasını hayır der gibi sallıyor eğer istedği oysa başını evet der gibi sallıyor bayılıyorum o hallerine.

Geometrik şekillerin yer aldığı bir oyuncağı var hani şekli bulup içine atıyosun işte onlardan. Birkaç tane şekli resmen biliyor ve şeklilleri atıyor içine. Şaşırıp kalıyorum.

Çocuklara bayılıyor nerde görse sarılmak istiyor.

Artık aldığım kitaplara ilgi duymaya başladı bazen okuyoruz birlikte ama bizimki çabuk sıkılıyor kitaptaki resimler daha çok ilgisini çekiyor.

Anne lafını artık daha çok duymaya başladım. Genellikle birşey isteyecekse söylüyor ama tabiki daha henüz tam olarak manasını kavrayarak söylediğini düşünmüyorum belki bir alışkanlık olarak söylüyor.

Herkesin çantasını tanıyor bize getiriyor asla hiçbirini birbirine karıştırmıyor.

Tabi bu arada yaramazlıkları yıkıp dökmeleri de var bizimki biraz afacanlardan. Şimdilik en büyük vakası 10 kiloluk bir zeytin yağını bir güzel döküp içinde banyo yapmak bakalım daha neler göreceğiz.

Anne sütünü hala emiyoruz ama bazen çok abartıyor bıraksam saatlerce emecek o derece. Son zamanlarda sevindiğim bir nokta var oda normal sütü bizimki içmiyordu malesef.Şimdi kakaolu sütü keşfettim. Sütünün içine biraz kakao ekliyorum maşallah 200 cc sütü içiyor. Aman dilimi ısırayımda nazar değmesin. Malum ben neye sevinsem kursağımda kalıyor.

Dışarı da olmaya bayılıyor bizde yaz gelse diye sabırsızlıkla bekleyerek günleri geçiriyoruz bu arada ben tembellikten foto dahi çekmiyorum bazen makinayı elime dahi almak zulüm geliyor napıyım yaaa...Ama en kısa zamanda resimlerle döneceğim...

Bu arada her ne kadar hak konusunda özellikle konu kadın olunca bir türlü bilinçlenememiş bir toplumda yaşıyor olmamıza çağımızda kadına genellikle bir meta gözüyle bakılıyor olmasına rağmen gene de bütün kadınların özellikle blog annelerinin dünya kadınlar gününü kutluyorum ve ümit ediyorum birgün inşallah bu sözlerin içi doldurulur ve bizde mutluluk içinde bu günleri kutlarız.

6 Mart 2010 Cumartesi

Şans mı Şanssızlık mı???

Birkaç hafta önce internetten büyük bir holdingin Bursa Şubesi'nin bir iş ilanına cv mı göndermiştim. Dün aradılar. Bugün için randevu verdiler.

Sabah 10'da randevuya gittim önüme 8 sayfalık bir başvuru formu verdiler doldur doldur bitmiyor birde o anki dalgınlıkmı diyeyim olacağımı varmış diyeyim hiç yapmayacağım bişey yaptım bazı şeyleri doldurmadan geçmişim müdür okurken birkaç kere formu tekrar uzatıp boş yerleri doldurtturdu ne büyük bir aptallık hayatımda hiç yapmadığım şeyleri yaptım dedim ya.

Neyse biraz mülakat sorular cevaplar sonuç mu??????????

Bana kalırsa şansım sıfırın altında sıfır hele o basit hataları yapınca. Başvuru oldukça fazlaymış tekrar bir değerlendirme daha yapılacakmış belki birkaç tane bilemiyorum olumlu veya olumsuz sizlere tekrar döneceğiz dediler. Bu krizde helede böyle büyük yerlere girmek çok zor.Galiba eski çalıştığım işe devam.

Güne hem iyi hem kötü başladım anlıycağınız.

3 Mart 2010 Çarşamba

Bu mudur Yani?????

Sırf O iyi bakılsın diye insanların bazı şeylerine sözlerine katlanmak zorunda olmak bazen çok sıkıyor beni tıpkı dün gibi..

Ama bunun tek nedeni çalışıyor olmam tabiki bununda bilincindeyim.

O yüzden bazen yapılanlara inanmakta güçlük çekiyorum ve oğlumun bir kardeşi daha olurmu bilemiyorum ama zannetmiyorum da aynı zamanda.

1 Mart 2010 Pazartesi

Ne Güzel Bir Sarılış Bu Ne Güzel Bir Gün...

Bugün sabah saat 6....

Küçük iki el uzandı bana doğru beni al diye...

Kucakladım onu mis gibi kokuyordu...

Sonra birlikte yatağa uzandık...

Benim koynuma doğru yattı tek kolu boynuma sarılı bir vaziyette..

Bende onu kucaklar gibi sımsıkı sardım...

O güzel uykusuna devam ederken ben gözlerim tavana bakar vaziyette yanaklarım alnına yapışık 31 senelik ömrümü izledim sanki bir saatte.

Herşey geldi geçti gözlerimin önünden çocukluğum,gençliğim, sevinçlerim, başarılarım,elde ettiklerim edemediklerim...

Her 5 dk da onu dönüp yanaklarından öptüm...

Daha sıkı sarıldım...

Sırtında elimi gezdirdim bitanecik yavrum diye...

İçim o kadar mutlu oldu ki...

Keşke daha uzun sürebilseydi...

Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi bununda sonu çabuk geldi...

Kalkıp hazırlanmam gerekiyordu...

Ama hayatımın en güzel sabahlarından birini yaşamanın huzuru içinde güne başladım...

Ne güzel bir duyguymuş annelik birkez daha anladım...

23 Şubat 2010 Salı

Saçlarda Gitti Üstelik


Dün aile dostlarımızından birinin evindeydik bebek ziyaretindende. Çok sık görüşemiyoruz açıkcası biraz bizimkisi çocuktaaan çocuğa oluyor.Minik Nil öyle tatlı uyuyordu ki kıyıp resmini dahi çekemedim korkumdan. Ona bakınca sonra dönüp evde bir yaşını geçmiş diğer iki küçük afacana bakınca ne kadar küçüklermiş doğduklarında dedim. Hatta inanamadım Tarkan'da böylemiymiş dedim nasıl tutmuşum ben onu nasıl emzirmişim inanamadım.Bide Allah sabır versin dedim 1,5 yaşında bir tatlı prenses ve 12 günlük güzel bir melek zor olsa gerek büyük cesaret. Her ikisine de yetişmek helede ikiside anne bakımına muhtaçken.

Bu arada Tarkan'ın saçlar gitti baya yele kıvamındaydı çünkü. Ama ne zorluklarla kesildi saçları önde Tarkan ardında berber elinde makas fır fır döne döne hafif kırpıkça bir halde saçları anca bu kadar kesilebildi. Şimdi sabırsızlıkla onların tekrar uzamasını bekleyip duvara her yeni gün için bir çeltik daha atıyoruz. Çabuk uzasın saçları diye.

Biraz şekil yapalım diyorsun ama Tarkan'ın saçında ne mümkün o şeklin durması beş dk sonra hepsini bozuyor. Şekil 1A -1B-1C.... ve diğerlerinde görüldüğü üzre.









Siz bunların böyle durduklarına bakmayın hele Tarkan'ın. Of Naz'ı görünce ne heyecanlandı ne sarıldı ne çekmeler kızı ne itişmeler ne kakışmalar. Bi ara birlikte yere kapaklandılar. Oyuncakları getirdik önlerine daha kötü oldu birinin aldığını diğeri istiyor diğerinin aldığını öbürü elinden kapıp kaçıyor. Baktık yook olacak gibi değil biz en iyisimi kalkalım biran önce evimizin yolunu tutalım. Velhasılı kısa, bol çocuklu Tarkan'ın peşinde dolaşan bir annenin yorgunluğuyla ziyaret son buldu.











9 Şubat 2010 Salı

Çocuk Kalbinde Sevgi Ne Güzel Oluyor






Aslında onlar birbirlerini hiç tanımayan iki bıcırık. Tek ortak yanları ogün ikisininde oraya oyuncaklarla oynamaya gitmesi. Ama o ufacık dediğimiz kalplerinde öyle saf bir sevgi barındırıyorlarki sanki kırk yıllık arkadaş gibi birbirlerini sarıp sarmaladılar. Hiç bir yönlendirme olmadan birbirlerinin ellerini tutabildiler. Ve o çocukça sevgilerini öyle mutlu gösterebildiler ki sevginin en saf hali bu olsa gerek dedik.....

2 Şubat 2010 Salı

Kafa Tos Tos Tosssssssssss

Tarkan bir iki gündür çok kötü bir huy edindi. Bişeyi istediğinde isteği olmazsa kendini yere atıyor debeleniyor bu biraz sevimli ama arada bir başını tosluyor yere. O kadar şaşkınım ki. Nerden öğrendiğini bir türlü anlayamıyorum. Yapma annecim etme annecim diyorum olmuyor babası yaptığının kötü olduğunu anlatmaya çalışıyor olmuyor hayır diyorsun olmuyor. Ha istekleri de öyle makul şeyler değil yani ya mutfakta çekmecelerden çatal bıçak gibi şeyleri almak(kaşık değil yalnız nerde kesici şey varsa onu istiyor) bardakları yerlere vurmak sularla oynamak sehpaları çekmek (bu arada geçen oynıyayım derken burnu sehpaya geldi) yani nerde tehlikeli şeyler varsa onlar. Bu arada son 1,5 haftadır iyice fazlalaşan bu meme emme isteğini saymıyorum bile. Nerdeyse 5 dk arayla karnı çok tok olsa dahi meme emmek istiyor. İlgisini dağıtmaya çalışmakta pek fayda vermiyor malesef. İşte bu isteklerinden biri yapılmasın başlıyor debelenmeye ve başını toslamaya. canı birkaç kez yanmış olmasına rağmen dün 3 kere yaptı aynı hareketi. Ne yapacağımı bilmiyorum açıkcası.

1 Şubat 2010 Pazartesi

Bıcı Bıcı Bıcırık

Bizimki tam bir su kuşu aşağı resimlerde banyo yaparken yüz ifadelerinden belli değil mi?







Çok terbiyeli benim oğlum fotoda ilk işi pipisini kapatmak olmuş










Mutluluğuna bakar mısınız??? Sudan ne zorluklarla çıkardık bir bilseniz.



Biraz insan yoruluyor banyo yaptırırken ama onun banyodan sonra misler gibi kokusunu içine çekince ohh dünya varmış diyorsunuz sonra da onun mışıl mışıl uyumasını seyre dalıyorsunuz.

Ps: Resimler su buharından biraz buğulu çıkmış ama o anları da kaçıramazdık.